Panlectic Felsefe

“Gerçeği yalnız aramadım; onun tohumlarını taşıyan karıncalardan biri olmayı kabul ettim.” — Panlektik Epistemoloji

Bir kış gecesi, odadaki sobanın ateşi yavaş yavaş sönmeye başladığında, insan ister istemez şu soruya kapılır: Isı nereye gidiyor? Gözle görünmeyen bir akış var; enerji kaybolmuyor, yalnızca biçim değiştiriyor. İşte bu gündelik sahne, bizi hem bilimin hem de felsefenin en eski sorularından birine götürür: Evreni ayakta tutan şey nedir?

Spinoza, bu soruya 17. yüzyılda radikal bir yanıt verdi. Ona göre Tanrı ve doğa aynıydı; evrende olup biten her şey, zorunlu bir düzenin içindeydi. Tanrı, evrenden ayrı değil, bizzat evrenin kendisiydi. Töz kavramıyla kastettiği şey, varlığın mutlak temeli, yani değişmeyen ama farklı görünümlerle tezahür eden bir bütünlüktü.

Bilim cephesinde ise yüzyıllar sonra termodinamik yasaları şekillendi. Birinci yasa, enerjinin yoktan var edilemeyeceğini ve yok olmayacağını söyler. Bu, Spinoza’nın tözüyle çarpıcı bir benzerlik taşır: değişmeyen ama biçim değiştiren bir öz. İkinci yasa, entropinin yani düzensizliğin sürekli arttığını gösterir. Spinoza evreni uyumlu ve düzenli görürken, modern bilim bu düzenin içinde kaçınılmaz bir çözülme de fark eder.

Tam da burada farklı bir bakış doğar. Evren yalnızca düzenin ve düzensizliğin çatışmasıyla değil, ikisinin dansıyla sürer. Panlectic yaklaşım, bu dansı durağan bir tablo olarak değil, sürekli akan bir süreç olarak görür. Düzen, entropinin artışıyla yok olmaz; tersine, her çözülme yeni bir düzenin doğuşuna zemin hazırlar.

İnsan bilinci de bu akışın dışında değildir. Spinoza için insan, doğanın zorunlu bir parçasıdır; özgürlük, zorunluluğun farkına varmaktan ibarettir. Fakat Panlectic bakış, burada bir kapı daha aralar: Bilinç, yalnızca fiziksel süreçlerin yan ürünü değildir. Düşünce, hayal gücü ve anlam kurma yetisi, evrensel akışın kendisini dönüştüren bir boyut açar.

Sorular hâlâ önümüzde duruyor: Enerji korunuyorsa, onu ilk kez kim düzenledi? Entropi artıyorsa, yaşamın amacı da daima yeni düzenler kurmak olabilir mi? Bilinç yalnızca beynin kimyası mıdır, yoksa daha büyük bir bütünün yankısı mı?

Spinoza’nın doğayla özdeş Tanrı’sı, termodinamiğin yasaları ve bugünün soruları bir araya geldiğinde, ortaya tek bir cevap değil, bir yolculuk çıkar. Yolculuğun adı ise evrensel akışla uyumlanmak: Düzenin ve kaosun, zorunluluğun ve özgürlüğün, enerji ve bilincin birlikte ördüğü büyük dokuyu anlamaya çalışmak.

Belki de sobanın sönüşünü izleyen insan, yalnızca odanın soğumasına değil, evrenin işleyişine de tanıklık ediyordur. Ve bu tanıklık, hem bilimin hem de felsefenin ortak kıvılcımıdır.c

Scroll to Top