Panlectic Felsefe

“Gerçeği yalnız aramadım; onun tohumlarını taşıyan karıncalardan biri olmayı kabul ettim.” — Panlektik Epistemoloji

Aydınlanma çağının gür sesi Thomas Paine, insanın zincirlerini kırmasını aklın özgürleştirici gücüne bağlamıştı. Ona göre dogmalar, otorite ve gelenekler bireyin kaderini belirlememeli; insan, kendi aklıyla yolunu çizmeliydi. Common Sense ve The Age of Reason eserlerinde aklı bireysel bağımsızlığın ve toplumsal reformun temel dayanağı olarak savundu.

Doğa, Paine’in gözünde Tanrı’nın evrensel yasalarının sahnesiydi. İnsan bu yasaları kavradığında hem kendi mutluluğunu hem de toplumun refahını inşa edebilirdi. Din ise onun için çoğu zaman bu yasaları gölgeleyen, bireyin aklını kısıtlayan bir kurum haline gelmişti. Bu yüzden deizmde karar kıldı: Tanrı evreni kurmuştu ama yasaların işleyişine müdahale etmiyordu.

Toplum anlayışı da bu birey merkezli çerçevenin uzantısıydı. Paine’e göre toplumun görevi bireyin haklarını korumak, özgürlüğünü güvence altına almak ve onun mutluluğunu sağlamaktı. İnsan değerliydi ve toplum bu değeri beslemek için vardı.

Bir başka yönden bakıldığında, Paine’in akla yüklediği bu kurtarıcı rol elbette güçlüdür; fakat aklı yalnızca bireyin zincirlerini kıran bir araç olarak değil, daha geniş bir bütünlüğün parçası olarak görmek de mümkündür. İnsan yalnızca kendisi için değil, içinde bulunduğu düzenin işleyişi için de düşünür, üretir, karar verir. Bireysel özgürlük kıymetlidir; ama o özgürlük, evrenin sessiz akışıyla da uyum arar.

Öyleyse Paine’in açtığı yol ile bizim sezgimiz arasında bir köprü kurulabilir: Akıl, bireyin özgürleşme aracı olduğu kadar, evrensel bir uyumun işlevsel unsuru da olabilir. Birey, yalnızca kendi değerini korumaz; aynı zamanda bütünle birlikte hareket ederek varoluşunu derinleştirir. Belki de en anlamlı özgürlük, yalnızca zincirlerden kurtulmak değil, büyük bir düzenin içinde kendi yerini bilinçle almaktır.

Scroll to Top