Evreni anlamaya çalışırken bazen içe kapanan bir bütünlük fikriyle, bazen de ilişkiler içinde sürekli yenilenen bir akış fikriyle karşılaşırız. Leibniz’in monad kuramı bu karşıtlığın ilk tarafını temsil eder. Ona göre evren, monad adı verilen birimlerden oluşur. Her monad kendi içinde bütünün izini taşır ve başkasıyla doğrudan ilişkiye girmez. Kapalı bir öz gibi davranır; ama aynı zamanda evrensel düzenin aynasıdır.
Bu yaklaşım, içselliğe güçlü bir değer yükler. Evren, monadların sessiz uyumuyla kurulur ve Tanrı, başlangıçta bu uyumu yerleştirmiştir. Böylece düzen güvence altındadır; her şey en baştan ilahi planın içinde yerini bulur. Monadların içselliği, evrenin bütününü içerme kapasitesiyle açıklanır.
Yine de monadların bu kapalı doğası, evreni durağan bir tabloya dönüştürür. Her şey baştan düzenlenmiş, her ayrıntı önceden hesaplanmıştır. Bu bakış, bütünlüğü güvence altına alırken süreçteki hareketliliği gölgede bırakır.
Bizim arayışımızda ise odak içsellikten çok karşılaşmadadır. Düzen, yalnızca başlangıçta kurulmuş bir yapı değil; temasların içinde, karşılaşmaların yarattığı titreşimlerle yeniden kurulan bir süreçtir. Bir düşünürün sözü, bir topluluğu harekete geçirdiğinde yeni bir anlam alanı doğar. Bir tarihsel olay, bir devletin yönünü değiştirdiğinde siyasal ortam bambaşka bir hal alır. Düzen burada donmuş bir plan değil, sürekli yeniden inşa edilen bir denge gibi görünür.
Leibniz, “en iyi olası dünya” düşüncesiyle deneyimi aşkın bir plana bağlarken biz daha çok şuna bakarız: kötü görünen bir deneyim hangi dönüşümü mümkün kılar? Her karşılaşma yeni bir olasılık yaratır; olasılıklar sabit kalmaz, yeniden dağılır. Böylece akış yalnızca tekrar eden bir döngü değil, yükselen bir sarmal gibi derinleşir.
Sonuçta Leibniz’in monad anlayışı bize içselliğin önemini, evrenseli her bir birimde taşımanın gücünü gösterir. Bizim kendi bakışımız ise buna farklı bir pencere açar: kapalı özler yerine ilişkilerin canlılığına, başlangıçta kurulan uyum yerine karşılaşmalarda yeniden inşa edilen dengeye odaklanırız. Bu, monadların içe dönük sessizliğini dışarıya açan, hareketli bir bütünlük fikrine doğru yürümektir.



