1. Alfred North Whitehead ve Panlektik Felsefe
Whitehead’in Süreç Felsefesi: Whitehead, evreni statik bir yapı olarak değil, dinamik bir oluş ve değişim süreci olarak görür. Tanrı ise bu sürecin hem içindedir hem de ötesindedir. Onun panenteist anlayışında, Tanrı evrenle birlikte sürekli bir ilişki içindedir ve varoluşun her anına katılır.
Panlektik Bağlantı: Panlektik felsefe de evreni durağan değil, dinamik bir sistem olarak ele alır. Ancak Panlektik felsefe, Whitehead‘den farklı olarak, Mutlak Güç’ün insan algısının ötesinde olduğunu, Tanrı’nın yalnızca bilinen süreçlerle sınırlı olamayacağını vurgular. Whitehead, Tanrı’yı evrenle etkileşim içinde bir varlık olarak tanımlarken, Panlektik felsefe Tanrı’yı tüm süreçlerin nihai kaynağı olarak görmekle birlikte, O’nun hikmetinin tecellisinin akla sığmaz derinliğini öne çıkarır. O’nun muradı, bazen “ol” diyerek, bazen sessizce sistemin kendi akışında işleyerek tecelli eder.
Fark: Whitehead’de Tanrı, evrenle karşılıklı etkileşimde bir varlık olarak algılanır. Panlektik felsefede ise Mutlak Güç, insanın kavrayışının tamamen ötesindedir; O’nun varlığı, bir bilinmezlik penceresi açar ve sistemin işleyişi dahi O’nun hikmetinin tecellisiyle mümkündür. Bir çiftçi toprağı hazırlar, tohumu eker, ama verimin her detayını zorunlu kılmadan sadece mümkün kılan bir güç gibi, Tanrı da sistemi kurar ve işleyişini hikmetiyle tecelli ettirir.
2. Charles Hartshorne ve Panlektik Felsefe
Hartshorne’un Tanrı Anlayışı: Hartshorne, Tanrı’nın soyut (değişmez, mutlak) ve somut (dinamik, değişken) olmak üzere iki yüzü olduğunu öne sürer. Ona göre Tanrı evrenle ilişki kurar ve yaratılış sürecinden etkilenir, her varlığın deneyiminde bir yankı bulur.
Panlektik Bağlantı: Panlektik felsefe, Hartshorne‘un Tanrı’nın soyut ve somut yönleri fikrine bir noktaya kadar paralel bir yaklaşım gösterebilir. Ancak Panlektik felsefe, Mutlak Güç’ü süreçlerin içinde değişen bir varlık olarak görmek yerine, tüm süreçleri kapsayan, onların ötesinde bir gerçeklik olarak tanımlar. Hartshorne, Tanrı’nın yaratılış sürecinden etkilendiğini savunurken, Panlektik felsefe bu tür bir etkileşim fikrini daha çok O’nun hikmetinin tecellisi olarak yorumlar; Mutlak Güç her şeyin kaynağıdır ve evrenin içindeki değişimlerle sınırlandırılamaz, zira değişimler dahi O’nun muradının bir parçasıdır.
Fark: Hartshorne’un Tanrı anlayışı insan merkezlidir; Tanrı’nın yaratılışla birlikte “şekil aldığını” ifade eder. Panlektik felsefe ise, Tanrı’nın insanlar tarafından anlaşılamayacak bir düzeyde mutlak olduğunu ve hiçbir süreç tarafından sınırlandırılamayacağını savunur. Bir bebek ana rahminde beslenirken, ne anne onu bilinçli olarak iter ne de bebek aktif olarak çeker; bu akış, sanki gizemli bir niyet taşırcasına işler. Bu akış, Tanrı’nın hikmetinin tecellisinden gelir ve bu tecelli, sistemin sadık bir emir eri gibi işlediğini gösterir.
3. J. Von Schelling ve Panlektik Felsefe
Schelling’in Tanrı ve Doğa Ayrımı: Schelling, Tanrı ve doğanın ayrı varlıklar olduğunu ve doğanın Tanrı’nın kendisini açığa çıkarması için bir araç olduğunu savunur. Ona göre doğa ve Tanrı birbiriyle ilişkilidir, ancak aynı şey değildir. O’nun Tanrısı, iyiliğin yanı sıra zıtlıkların ve çatışmaların da kaynağıdır.
Panlektik Bağlantı: Panlektik felsefe, Schelling’in Tanrı ve doğa arasındaki ayrımı bir açıdan kabul edebilir. Doğa, Panlektik felsefede Mutlak Güç’ün hikmetiyle tecelli ettirdiği bir alan olarak değerlendirilebilir. Ancak Panlektik felsefe, Schelling’in Tanrı’yı “açığa çıkan bir varlık” olarak ele almasına daha mesafeli durur. Panlektik felsefe, Tanrı’nın tamamen aşkın bir varlık olduğunu ve O’nun kendini insan algısına açmasının dahi sınırlı bir anlayışla kavranabileceğini savunur; çünkü hikmet dairesi aklımızın ötesindedir.
Fark: Schelling için Tanrı, doğayı yaratarak kendini açığa çıkarır ve zıtlıklar üzerinden kendini ifade eder. Panlektik felsefe ise Tanrı’yı, her şeyin ötesinde ve muradı bilinemez bir güç olarak değerlendirir. Doğa, yalnızca insanın anlayabildiği bir “iz” olarak düşünülür; ama bu izler dahi Tanrı’nın mutlak kudretinin ve hikmetinin tecellisidir. Çiftçi ne kadar doğru işler yaparsa yapsın, don ya da fırtına gibi etkenler onun kontrolünde değildir; bu, Tanrı’nın hikmetinin tecellisine olan nihai bağımlılığın bir göstergesidir.
Panlektik Felsefenin Özgünlüğü
Panlektik felsefe, bu üç filozofun ortaya koyduğu süreç, ilişki ve Tanrı anlayışından bazı benzerlikler taşısa da, temelinde farklı bir bakış açısı sunar:
- Mutlak Güç, her türlü sistemin ve sürecin kaynağıdır; ancak O, süreçlerin içine hapsedilemez ya da onlarla tanımlanamaz. O, her şeyi hikmetiyle tecelli ettirir.
- İnsan bilgisi, Tanrı’yı ya da Mutlak Güç’ü ancak bir pencereden görebilir; O’nun doğasını asla tam anlamıyla kavrayamaz. Hikmet dairesi, idrakimizin ötesindedir.
- Süreç felsefesinin aksine, Panlektik felsefe Mutlak Güç’ü muradı bilinemez bir boyutta ele alır ve evrendeki süreçlerin Tanrı’nın gerçek doğasını anlamaya yetmeyeceğini savunur.
- Bir hücre tüm yapısı sağlam olduğu halde neden öldüğünde işlevini sürdürmez? Bu, yaşamın sadece maddi bir düzen olmadığını, belki de ruh‘un Yüce Yaratıcı’nın tüm varlığa küçük parçalar hâlinde bahşettiği en değerli armağan olduğunu düşündürür. Bu, Tanrı’nın sessiz ama en derin tecellisidir.
Murad tecelli eder, ama nadiren konuşur. Bizler, sistemin bu hayranlık uyandıran işleyişine tanıklık ederiz; ancak O’nun hikmetinin sonsuz derinliğini ancak sezebiliriz. Bize düşen, bir hücrede, bir bebekte, bir tohumda, sistemdeki her bir varlıkta Tanrı’nın sessiz tecellisini görmek, ancak onu tanımlamaya kalkışmadan, yalnızca hayret etmektir.