Bir düşünürün fikirleriyle yüzleştiğimizde, çoğu zaman kendi çağımızın ihtiyaçlarını da onun satır aralarında ararız. Rousseau, doğa, toplum ve özgürlük üzerine söyledikleriyle yalnızca kendi yüzyılını değil, bugünün insanını da düşündürmeye devam ediyor. Fakat bazen, bir felsefenin sunduğu cevapları olduğu kadar bıraktığı boşlukları da görmek gerekir. İşte bu noktada Panlectic bakış, Rousseau’nun görüşlerine yeni bir katman ekleme imkânı sunar; onları yadsımadan, tersine tamamlayarak.
Rousseau için insan doğada saf ve özgürdür; toplum bu saflığı bozar. Fakat başka bir açıdan bakıldığında, doğa insanın yalnızca başlangıcıdır; özünde taşıdığı imkânlar henüz açılmamış hâlde oradadır. İnsanın ne salt iyiliğe yazgılı olduğunu ne de yozlaşmaya mahkûm bulunduğunu düşünmek, farklı bir kapı aralar. Çünkü içimizde saklı olan, çevreyle, deneyimle ve Yaradan’la temas ettikçe açığa çıkar.
Toplumsal sözleşme fikri de benzer biçimde genişleyebilir. Rousseau bireyin özgürlüğünü kolektif iyiliğe adamasını şart koşar. Panlectic bakış ise kolektifin ötesinde evrensel bir irade bütünlüğünden söz eder. İnsan çoğu zaman farkında olmadan, yalnızca toplumsal bağlarla değil, tüm varlık düzeniyle hizalanır. Bu yüzden özgürlük yalnızca yurttaşlık görevi değil, evrenin ritmiyle uyum kurmanın bir biçimidir.
Rousseau’nun eşitsizlik eleştirisi güçlüdür; özel mülkiyetin doğaya karşı işlenen en derin ihlal olduğunu söyler. Ama eşitsizlik yalnızca tarihsel değil, varoluşsal bir çeşitliliğin de sonucudur. Her insan farklı bir potansiyelle gelir dünyaya. Adalet, herkesin aynı olmasıyla değil, her potansiyelin kendi zemininde gelişebilmesiyle mümkündür. Böyle bakıldığında özgürlük, dış koşullar kadar içteki imkânı tanımak ve açığa çıkarmaktır.
Doğaya dönüş çağrısı Rousseau’da bir arınma isteği taşır. Panlectic ise doğayı yalnızca huzurun değil, anlamın da kodlandığı bir alan olarak görür. Orada her element, her döngü, her varlık bir işaret gibidir. Doğa, yalnızca gözle bakılarak değil; dinlenerek, dokunularak, hissedilerek okunur. Böylece doğa, bilgelik haritasına dönüşür.
Rousseau’nun Emile’de savunduğu eğitim anlayışı, bireyin doğasına uygun büyüme vurgusuyla öncü bir fikirdi. Buna bugün şöyle eklemek mümkün: Eğitim, çocuğun içinde taşıdığı sırların yüzeye çıkmasıdır. İlham bu sürecin kıvılcımıdır, mantık ise ona yön veren ışık. Gerçek eğitim, bilmekle değil anlamakla, ezberlemekle değil uyumlamakla mümkündür.
Bütün bu karşılaştırmaların sonunda, Rousseau’nun soruları ile Panlectic’in açtığı ufuk birbirini dışlamaz. Aksine, insanın doğasını, toplumla bağını, özgürlüğünü ve eğitimini birlikte düşünmek için yan yana gelirler. Rousseau insana başlangıcını hatırlatır; Panlectic ise o başlangıcın evrenin bütünüyle nasıl bağlantı kurduğunu gösterir. Ve bu birleşim, hakikati aramanın yollarından birini daha açar.






