Bir odada tek başına oturduğunuzu hayal edin. Saatler akıyor, gün dönüyor, ama içteki o bitmeyen arzu hiç susmuyor. Sessizliğin ortasında bile bir başka yer, başka bir hâl, başka bir tatmin çağrısı var. Arthur Schopenhauer bu sesi, evrenin özündeki “isteme” olarak adlandırdı. Ona göre yaşam, bitmeyen arzuların zincirinden ibaretti; tatmin dediğimiz şey ise yalnızca acının kısa süreliğine susturulmasıydı.
Schopenhauer çıkışı iki yerde aradı: istemeyi inkâr etmekte ya da sanata sığınmakta. Sanat, iradeyi bir anlığına unutturan büyülü bir perdesiyle huzur sunuyordu. Fakat perde kapanınca, zincir yeniden ağırlığını hissettiriyordu.
Ama insanı yalnızca karamsarlığın tutsağı olarak görmek de eksik kalır. Çünkü mutluluk, yalnızca bireysel başarılarla, güçle veya parayla sınırlı değildir. Onlar, varoluş yolculuğunun seyrek ve geçici duraklarıdır. Asıl dönüştürücü mutluluk, başkasının yükünü hafifletirken doğar. Schopenhauer’in de işaret ettiği gibi merhamet, iradenin zincirlerini gevşeten tek sestir. Başkasının acısına dokunmak, yalnızca onun yükünü değil, bizim içimizdeki susmayan arzuyu da hafifletir.
Bu bakışta, irade yalnızca bir zincir değil, aynı zamanda anlamın köprüsüdür. Çaba, acının kör bir tekrarına indirgenmez; başkalarına yardım ederek, paylaşarak ve dayanışmayla büyüyerek anlamlı bir yolculuğa dönüşür. İnsan kalbinde taşıdığı yarayı, bir başkasının yarasına merhem olarak dönüştürdüğünde, kendi varoluşunun ağırlığını da hafifletir.
Sanat da burada yalnızca bireyin kendi acısını unuttuğu bir sığınak değildir. Bir tabloya bakan göz, bir şarkıyı dinleyen kulak, yalnızca kişisel huzuru değil, evrensel düzenin yankısını da hisseder. Sanat, kaçış değil; insanı bütüne bağlayan bir köprüdür.
Schopenhauer umudu bir yanılsama olarak görmüştü. Oysa başka bir bakış, umudu çabanın devamı için gerekli görür. İnsan yalnızca acıya katlanmak için değil, acıdan anlam yaratmak için vardır. Entropi, dağılma, bilinmezlik—bunlar çabanın değerini azaltmaz; tam tersine, daha sahici kılar.
O hâlde soru şudur: İrade yalnızca zincir midir, yoksa yaratıcı bir köprü mü? Belki de ikisi aynı anda doğrudur. İrade acının kaynağıdır; ama aynı zamanda anlamın yoludur. İnsan, bu yolun üzerinde yürürken karanlıkla ışık arasında kendi yönünü bulur.
Schopenhauer bize acının hakikatini hatırlatır; merhametle yoğrulmuş bakış ise çabanın değerini. İkisi birleştiğinde ortaya daha sahici bir varoluş resmi çıkar: ne saf karamsarlık, ne saf iyimserlik. İnsan acıdan öğrenir, merhametle büyür, düzenin içinde kendi yerini bulur. Belki de yaşam tam olarak budur: bitmeyen isteme ile merhametli bir anlamın kesiştiği yolculuk.






