Kimi zaman bir çocuk sessizlikte büyür; ne bir dil duyar ne bir yüz görür. Yalnızlığına rağmen gökyüzünü izler, toprağın döngülerini gözlemler, ölü bedenlerin ardındaki sırrı düşünür. Ve bir gün, bütün bunların arasında “varlık”ın gölgesine yaklaşır. İbn Tufeyl’in 12. yüzyılda kaleme aldığı Hay bin Yakzan, işte böyle bir çocuğun öyküsüdür. Fakat düşünelim: Bu öykü, modern çağın çok katmanlı düşünce yapısıyla karşılaşsaydı, yollar kesişir miydi, yoksa birbirinden büsbütün uzak mı kalırdı?
Hay’ın yolculuğu, bireysel sessizliğin derinliklerinde gelişir. Ne kitap vardır ona yol gösteren ne de bir öğretmen. Her bilgi, doğanın nabzını tutarken ortaya çıkar; her keşif, yalnızlığın içinde kıvılcımlanan bir aydınlanmadır. Modern bakış ise farklı bir çerçeve açar: Bilgi, tek bir aklın ürünü değil; bağlamların, ilişkilerin ve zaman katmanlarının içinde dokunan bir ağdır. Hakikat, bir yerde bulunmayı bekleyen durağan bir cevher değil, insanın temaslarıyla oluşan, değişen bir süreçtir. Bu nedenle insan, yalnızca kendi yolunu çizen bir özne değil, aynı zamanda başka yolları birbirine bağlayan bir taşıyıcıdır.
İki bakış aynı gökyüzünde buluşur. Hay yıldızlara, güneşe, doğadaki düzene bakarak aşkın bir iradenin izlerini sezer. Ona göre hakikat, bulunur. Modern yaklaşım ise aynı gökyüzünü izlerken şunu sorar: “Bu düzeni ben mi görüyorum, yoksa bana gösterilen bu mu? Belki de gördüğüm, bulunduğum yerin ve zamanın bir izdüşümü.” Böylece hakikat, kurulmaya başlar.
Hay’ın sessizlikle ulaştığı doruk, sezginin Tanrı’ya açıldığı andır. Ancak burada bile sorular çoğalır: Hangi sessizlik? Hangi koşullarda? Hiçbir sessizlik bağlamsız değildir; her deneyim başka hayatlarla, başka katmanlarla örülüdür. Bu noktada zihnin kıyısında bir başka görüntü belirir: Camus’nün Sisifos’u. O da yorulmadan aynı kayayı tepeye taşır, her gün yeniden başlar. Hay’ın içe doğru yolculuğu ile Sisifos’un dışa doğru direnişi arasında, görünmez bir ortaklık vardır. Her ikisi de aynı soruya yönelir: Anlam, nerede saklı?
Belki yalnızlığın içinden doğan sezgi, belki inatla sürdürülen bir eylem, belki de ikisinin arasındaki görünmez bağ… İnsan bazen kendi içine bakarak, bazen dünyaya direnerek, bazen de başkalarıyla karşılaşarak anlamı kurar. Anlam, tek bir yerde sabitlenmez; sezgiden başlar, çabayla derinleşir ve nihayet ilişkiler içinde tamamlanır. Belki de felsefe dediğimiz şey tam da budur: farklı yolların bir noktada birbirine dokunması ve o dokunuşta hayatın kendini göstermesi.






